18 Kasım 2015 Çarşamba

Adıyaman'dan Vazgeçmeyin

Suruç, Amed ve Ankara'da bombalar patlayıp insanlar ölünce herkes aynı şehrin adını telaffuz etmeye başladı; Adıyaman. Uluslararası basın dahil gazeteciler adı daha önce yerel hava durumu raporlarında bile anılmayan bu küçük kente akın etti. Dışarıdan gelip gidenler olanı biteni anlayıp, diğerlerinin merakını gidermeye çalışırken çoğu zaman karanlıkta bir fili tanımlamaya çalışır gibi davrandılar. Kimi uzun bir hortum, kimi büyük bir yelpaze diyerek bütünün kendi temas ettiği parçasını tanımladı. Modern insanın basit, görünür olan cevabı kabullenme güçlüğü kendini yine gösterdi.

"Temiz kendi halinde bir müslüman olsun", "it-kopuk olmasın", "bana laf getirtmesin" kaygısıyla küçük yaştan mahallenin Kur'an kursuna verdikleri çocukları tarikatlara yükseldiğinde sevinen, sonrasında aynı çocuklara Raqqa veya Tel Abyad'da "evine dön" diye yalvaran anne-babaların tanıklıklarını zaten okuduk. Bir kısmı durumu gizlerken, bir kısmı binlerce kere pişman bir halde devletin, partilerin, emniyetin kapılarını aşındırıp çocuklarını geri istediler. Başaranların hikayesini henüz bilmiyoruz ama başaramayanların bazılarının, ölüm makinasına dönmüş çocuklarının parçalarını, masum kurbanlarının parçalanmış vücutlarının arasından ayırıp defnettiklerini gördük.

Peki sorun nedir?

Adıyaman'dan bir Raqqa ya da Musul hikayesi bekleyenler olabilir, baştan söyleyeyim hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Burası öyle bir yer değil. Sorun hepimizin tahmin edebileceği kadar bilindik ve can sıkıcı. Asıl sorun nüfusunun üçte biri alevi olan, mesela Malatya'dan daha "seküler", ya da Diyarbakır'dan daha Kürt bu şehrin genetiğiyle oynanmış olması. Özellikle 1980'den bu yana adım adım şehire hakim kılınan iklimi anlarsak olayın polisiye yönü bir detay olarak kalır. Darbe olur... Asiler ve asi adayları kırılır, bastırılır, sürülür... Devletin resmi politikalarını yayacak yollar açılır... Kadrolar yetiştirilir ve gerekli yerlere yerleştirilir... Diğer yollar kapatılır... Artık tohum atılmaya müsait bir toprağınız vardır. Özetle, sorun devletin Türk-İslam sentezi temelinde yıllar yılı insanların tepesinde sallandırdığı asimilasyon/kişiliksizleştirme politikasının, Adıyaman'ın bir iki özgün koşulu ile buluşmasından ibaret. 

İnternette Adıyaman diye bir arama yaptığınızda kentin adının hemen yanında "huzur kenti" olmakla ve Kürdistan'ın "terörle anılan" diğer şehirlerine benzememekle övünen Adıyamanlıların sayısına şaşıracaksınız. "Huzur kenti" sıfatı, kenti bunca zamandır yöneten bürokrasi ve elitin başkaldırmayı pek sevmeyen, halihazırdaki kabın şeklini almayı meziyet bilen, uysal Adıyaman'a taktıkları isim. Gerçekten öyle uysal ki, Kobane eylemlerinde sokağa çıkıp lastik yakan, yol kapatıp taş atan gençlere müdahaleye giden TOMA sürücüsü, manzara karşısında dehşete düşüp, 15-20 polis arkadaşını ezmişti. Nedense ben bu sıfatı uslu duran çocuğu şeker ile ödüllendirmeye benzetirim.

Devletin tüm imkanları kullanarak Fırat'ın diğer tarafında ki aydınlanma ile bağlarını kopardığı, Kürt siyasi hareketinin çok uzun zaman ihmal ettiği "huzurlu" küçük kentin sokaklarında dolaştığınızda ise isimlerini Kur'an'dan apartmış onlarca "İslami yardım derneği" görürsünüz. Hükümetten emniyete, belediyeye kadar kamunun tüm imkanları ile donatılmış İHH gibi kurumlar şehrin en merkezi, en görünür yerlerinde boy gösterirler. İsrail mezalimi, Esad'ın mazlumlara çektirdikleri hatta Myanmar'da ki müslümanların uğradığı katliamlar gelen geçen herkesin gözüne sokulur. Bir illüzyon gösterisi gibi uzakları işaret eden parmağı takip edenler, burunlarının dibinde ki trajedileri elbette göremezler. Eski 'yerel' isimler yavaş yavaş değişir, caddeler Filistin, parklar Necip Fazıl, mahalleler Fatih ya da Turgut Reis olur. Öyle ya, Xarxar diye mahalle adı mı olur?

Nüfusun yarısının yaz aylarında Malatya'da kayısı, Giresun'da fındık toplamaya gittiği bu ırgat şehrinin en zengin kurumu bir Nakşibendi dergahı olan Menzil. Taşımacılıktan süt ürünlerine petrol istasyonlarından meyve suyu üretimine uzanan dillere destan, göz kamaştırıcı bir zenginlikten söz ediyoruz. Bu durum bile şehrin yokluktan kıvranan sakinlerine dinin gerektiğinde zenginleştirici tarafı ile ilgili muhtemelen bir fikir veriyordur. Kentin bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda ki fabrikalarında iş bulamayan, işsizlikten, yoksulluktan, can sıkıntısından kahvelere, çay ocaklarına üşüşen, en küçük umut ışığına koşarak gitmeye hazır gençleri cennet, para, yetki vaadi ile örgütlemek muhtemelen çocuk oyuncağı olsa gerek. Hele arkasında resmi bir politikanın kokusu varsa. Son 10-15 yılda eski zenginler ortadan çekilince, meydanlarda boy gösteren muhafazakar, partili yeni tip zenginlerden bahsetmeye bile gerek yok. 
 
Herkesin birbirini tanıdığı ve bir diğerinin ne yaptığı ile aşırı ilgilendiği bu şehirde devletin dahli  olmadan insanları örgütleyen gizli bir selefi örgüt arayanlar için de kötü haberlerim var. Bu mümkün değil. Ailelerin tanıklıklarından anlıyoruz ki; umutsuzca çocuklarını arayan ailelerin bir kısmı onları polise ihbar ederek aslında hedef göstermişler. Böylece organizatörler için hedef kitle oldukça belirginleşmiş. Bütün bu zehirli iklimin yarattığı bataklıkta devletin kendisi ölümcül çiçekler yetiştirmiş. 

Tüm bu olanların buna ilişkin bir yönetmelik varmış gibi Kürdistan ve Türkiye'nin bir çok şehrinde uygulandığına eminim. Ne Bingöl ne Antep ne de Konya istisna. Adıyaman'ın tek farkının böyle bir hücrenin canlı bomba ekibi olarak seçilmiş olması. Ellerimizi çaresizlik içinde iki yana açıp "ne yapalım?" demeyin. Daha kazanılacak bir şehir ve gidilecek uzun bir yol var. Adıyaman'dan vaz  geçmeyin.

Kobane'den beri bu şehirde bir kıpırdanma var. O tek ses olma hali çatlamaya başladı. Kürtler bu bataklığı kurutabilir. Serhat şehirlerinde bunun örnekleri var. Zor olabilir ama hangi işimiz kolay oldu ki? Adıyaman'a sahip çıkın. 

1 yorum:

  1. Sêmsur için harika bir çözümleme olmuş. qommagene-www.semsur.com

    YanıtlaSil